• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  BODRUM ŞİFA SANATLARI ATÖLYESİ
Reiki İlahi Aydınlanma
Çok değerli üstadımız İsmail Bülbül'ün Reiki ile ilgili bilgi karışıklıklarına, yanlış ve az bilinenlere son verecek, sorularınızı aydınlatacak bu donanımlı kitabı bir ve bütüne hayırlı, uğurlu olsun...

Reiki ile tanışmaya niyetlenenler, yeni başlayanlar ve ileri aşamalardaki tüm öğrenci ve eğitmenler için referans niteliğindeki bu eserin, başucu kaynağınız olması ve en yüksek faydayı sağlamanız dileğiyle... 


İlişkilerin Doğası

Yaşadığımız her ilişki; bizim kendimiz ve bütünle olan ilişkimizin temsili bir resmidir ve her ilişki bilinmek isteyen o gizli hazineye giden yolu biraz daha açmak için vardır. İlişkiler parçadan bütüne ve bütünden parçaya açılan çift yönlü kapılardır ve her ilişkinin birbiri üzerinde belli bir hakkı hukuku bulunur. İlişki sadece iki benzer arasında, belli zamanlarda, belli mekanlarda gelişmez, zıtlar arasında da, her alan ve seviyede, her an, sonsuzlukta gelişir. Tüm  varolan; titreşen frekansların ilişkisinden ibarettir. Bizler evrenin tüm parçalarına görülmez ağlarla bağlıyız ve bu şekilde her şeyle sürekli bir iletişim ve etkileşim içindeyiz. Bu ilişkinin değişimini belirleyen şey ise dönüşümdür. İlişkilerin niteliğini belirleyen dönüşümden kasıt; başkaları olarak algıladıklarımızın değil; sadece bizim dönüşümümüz ve bundan sorumlu tutulmamızdır. Öte yandan insan her an yaptığı seçimle kendini, dolayısıyla ikili ilişkilerini ve tüm varoluşu değiştirmeye açıktır.




Çocuklarımız, ebeveynlerimiz, eşlerimiz, dostlarımız,  işimiz, toplumumuz, bedenimiz, kişiliklerimiz, eğitimimiz, sahip olduklarımız, düşünce, duygu ve inançlarımız, dünyamız... Hiç bir şey bizim değildir; başka bir deyişle de biz sadece parçalarla tanımlanan, sandığımız sınırlılıkta, sandığımız düzlemde sıkışmış varlıklar değiliz. Böyle olmadığından fakat biz biz öyle sandığımızdan; bu ikamelerin ve parçaların her dönüşümü ve kaybında dengemiz bozulur. İkameler, öğretmek için varolmuş emanetler olup varlığın bütününe bağlanmak içindir, aklımızı kaçırmamız için değil! Fakat genellikle biz, bu ilişkilerden birini güya kaybeder ya da değişimine maruz kalırsak tüm yaşam amacımızı, anlamımızı, kimlik ve bütünlüğümüzü kaybetmiş oluruz, o zaman yaşam bir adaletsizliğe ve acıya döner. Varlığınızı sadece bunlara bağlar, bunlarla ölçerseniz, bağlandığınız şeyin asıl doğasını da göremez, ilişkilerinizi de bu dar odaklı sınırlandırıcı, bağımlı, tüketici çerçeve içinde yaşar, bu yönde domine etmeye, domine edilmeye başlarsınız. Sonuçta birbirine bağımlı, samimiyetsiz, sınırlı, manipüle edici, birbirlerini araç olarak kullanan, kuvvet uygulayan, beklenti ve ilgiye muhtaç, varlığın ışığından yoksun, beklediği onay ve değeri dışta aramaya koşullu ve bu olmadığında yokolmayı,  yoketmeyi, şiddeti, nefreti, intikamı, korkuyu, acıyı, suçluluğu seçen kişilikler, ilişkiler ve karmalar biriktirirsiniz. İlişkilerin ister istemez ego kaynaklı olması, içinden çıkılmaz döngüler, travmalar, trajediler oluşturarak yaşamın tüm alanlarını etkiler ve bunların farkına varıp onarmak da bir o kadar zahmetli hale gelir. Evet bunların hepsi de bir noktaya kadar dönüşüm için seçilmiş ve lüzumlu olabilir; fakat sonsuz ve değişmez değildir. İnsan kendi doğasını takdir etmekten, sevgiden ve güçten ya da onları nasıl kullanacağını bilmediğinden, eksik tanıdığından ve korktuğundan, gücün sorumluluğunu almak istemez, ezer, ezilir ve kuvveti kullanır sonra da "bunca şey yaparken neden ben der?"; Belli noktalarda herkes dönüşüme tabidir. Bu dönüşümün hangi şekillerde olacağı ise; insanın kendi seçimine bağlıdır.



Bir adada tek başımıza yaratılmadığımız, her şeyin bize aynalık yaptığı bu dünyada hiç bir ilişki ve tekamül tek taraflı değildir. Tekamül planı içinde, çocuk aileyi, aile de çocuğu seçer, tıpkı dersler için belli kontratlarla en uygun  toplumları, çağları, şartları, fiziksel, biyolojik vs. özellikleri seçtiğimiz gibi. Unuturuz, çünkü unutmazsak onu deneyimleyerek gelişecek itici dinamiklerden yoksun kalırız. Varlık kendini bilmek için kendini ayırmak, kutupsallaştırmak zorundadır. İnsan sessizlikte bütünlük içinde tek başına oturarak, korunarak ya da hiç bir ilişki kurmadan, arzulamadan öğrenemez; çünkü kendini görmek için ötekilere ihtiyacı vardır, tanrısallığını bilmek için şeytanlarına ihtiyacı vardır, hakikati kavramak için illüzyonlarla yol alması ve onları da kucaklaması gerekir. Bu, bir birlikte varoluş, ilişki ve yaratımdır. Münzevi yıllarca inzivaya çekilir, öğrenilebilecek her şeyi öğrenir ve bir gün dışarı çıkar onun belli noktalarına basan bir kaç kişi ya da olayla karşılaşır ve hiç bir şey öğrenememiş olduğunu farkeder. Evet bilgi şarttır, fakat bu bilgi deneyimle sınanmadıkça ruhta kayıt oluşturup varlığı dönüştüremez. Herhangi bir ilişkideki seçimler sevgi ve korku arasında yapılır,  her ikisi de uygundur ve bizim realitemizi belirler. Sevgi seçimi yapmak; korkuyu reddetmek, onu kontrol etmek, ondan kaçmak ya da bastırmak demek değil, onu içererek, kabullenerek, onun üzerinde hakimiyet kurarak dönüştürebilmektir. Biz değişimleri genellikle sevgi kılıfı altına saklanan korkuyla, dışımızda sandıklarımızı değiştirmeye çalışarak, ötekileştirerek sağlamaya uğraşır ve bu nedenle başaramaz, bu yolla sevginin de korkunun da aslını bilemeyiz. Bilmek; ancak sevmekle mümkündür, sevmek için; varlığın yansımalarının teker teker ölmesi gerekir, yansımalar ölürken, evet insan hiç de eğlenemez fakat bu gereklidir ve göze alınır. Bu olumsuz /negatif anlamda aslı bilinmeyen korkudan yansıyan bir yokoluş değil, bir yeniden doğum, yaratma, bambaşka bir varoluş, zenginlik ve savaşsız gerçek bir festivaldir.



Bizim her tür ilişkimiz, temelde maddi (alt) çakralardan başlayan ve tırmanan bir işlevdir. Dolayısıyla hiç bir insan kendiyle olan ilişkisini çözüp, kendini tanıyıp, kabullenip dengelemedikçe diğer ilişkilerde başarılı olamaz, enerji o noktalarda düğümlenir, daha yukarılara akamaz, yukarılardan gelenlerle de  beslenemez. Tanımlanamayan bu alanlar, daha üst merkezlere de dengesiz bir akışla sirayet ederek oralarda kendilerine uygun titreşimleri tezahür ettirirler. Sistem birbirine bağlı olarak bu şekilde bozulup, anormalleşir. Bu nedenledir ki alt merkezleri ihmal edip sadece üst merkezlere odaklanan çalışmaların hem anlamı yoktur, hem de zarar verir. İnsan her zaman ihtiyacı olan nitelikteki ilişkileri kendine çeker; tıpkı belli bir çiçeğin belli bir coğrafyada yetişmesi, belli türlerin belli besinlere ihtiyacı olması gibi, çevrenizdekiler ve yaşadıklarınız sizin bir haritanızdır. Ondan öğrenmemiz gerekeni öğrendiğimizde o durum-ilişki hayatınızdan çıkar ya da evrilir. Öğrenmediğimizde nitelik ve nicelik değiştirerek öğrenilene kadar sahne almayı sürdürür. Bir şey hayatınızda fiziksel /maddi olarak bulunmasa da, yani uzay / zamansal olarak 3 boyutlu yer almasa da onun  titreşimi sizinle halen rezonans halindeyse, düşünce ve duygular tepkilere sebep olur. O; şimdi, burada ve vardır. Siz 10 yıl önce hayatınızdan çıkıp gitmiş biriyle husumetinizi bugün de o aklınıza gelince aynı haliyle yaşıyorsanız yarattığınız hayaletler gerçektir; o kişi, temsil ettiği ve içinizdeki yansıması şimdi ve buradadır, yansımalar varolduğunda nötr olamayız, dengelenip, öğrenemeyiz, Sevgiliye kapıyı aralayamaz onun bizi aydınlatmasına izin veremez, tutar, biriktirir, boğuluruz. Siz, onun işaret ederek içinizde aydınlattığı karanlık alanı şifalandırdığınızda ilişkiyi de şifalandırırsınız ve o kişi sizden ne kadar uzakta olursa olsun bunu alır, duygular, düşünceler, ilişkiler, durumlar bu şekilde dönüşür. Dolayısıyla temelde şifa çalışmaları uzay / zaman, diğer tüm biçim, ikame ve yansımaların ötesinde kaynağa doğru gelişir, iletişimi kuran, dönüşümü sağlayıp şifayı taşıyan da işte bu niteliktir. Sevdiklerimiz de ölmez, başka bir seviyeden bize ışık tutar ve varolmaya devam ederler. Yaşamımızda sıkıntı duyduğumuz ve sürekli tekrarlanan ilişki kalıpları varsa; bunların kökünü kendimizle olan ilişkimizde, kendimize ne tip oyunlar oynadığımızda, dua gibi kendimize neler tekrarladığımızda, dayattığımızda aramamız gerekir. Bilinçli ve dürüst seçim yapıp bunun tüm sorumluluğunu bir kez üstlendiğimizde, tüm bunları değiştirip dönüştürmeye yetkin ve gerekli araçlara da sahip kılındığımızı görürüz.


İlişkilere kalıplar halinde bakıyoruz; bir anne, bir çocuk, bir evlilik, bir iş ortamı, kadın erkek ilişkisi vs. nasıl olmalıdır? Öğrenilmiş, cansız tekrarları  içselleştirip, kaderimizi bu şekilde testlim edip, hayatlarımızı bundan ötesini merak etmeden ve gerçekleştiremeden yaşıyoruz. Hiç bir şeyin, bir kimsenin ya da ilişkinin sadece tek bir şey olması gerekmez; zaten görüntüyü ve ikilemleri aşan doğasında da böyle bir şey yoktur. Her şey tek bir bütündür ve içinde her veçheyi, tüm kutbiyetleri taşır. Herkes, her an tüm sorularının cevabını bilir, her farklı duruma uygun cevabı verebilir, çünkü engin içsel bir bilgiye sahiptir, bunun yerine başka şeyleri tercih ettiğimiz her seferinde ayrı düşeriz ve ayrılığın tüm getirilerini yaşamayı ve yaşatmayı kendimizi mecbur bırakırız. İlişkilerde ortaya çıkan keşke, ama, belki, -meli –malı gibi kalıplar ilişkiyi alamadığımızı, o an orada o ilişki içinde bulunamadığımızı gösterir. Her ilişki olduğu şekliyle mükemmel, kusursuz bir önem ve hedefe sahip bir armağandır. Tabii ki bir hediyeyi yere çalmanın da insan doğasının bütünleyici öteki yüzü olduğu, oyunun bu şekilde de oynanabildiği gerçeğini, fakat nihayetinde de bu kutsanmış, onurlu, eşsiz yolda kimsenin birbirine kırgın olamayacağını, birbirini ancak kutlayabilecek olduklarını unutmamak gerekir.


İnsanlar; gruplar, sürüler, topluluklar halinde yaşayıp tekamül ediyor. Bu süreçte, göründüğümüz gibi olmayı mı, olduğumuz gibi mi görünmeyi seçeceğimiz ve denge bize bağlı. Vicdan azabı, suçluluk duyguları, sürüye ihanet, yalnızlık, takdir edilmeme, değersiz kılınma, onaylanmama, korkuyla yıldırma vs. bireyleşme ve bütünleşme yolunda engelleri ve katalizörleri teşkil ediyor. Anlamamız gereken; geçici olanla, parçayla göbek bağımızı bir an kopartabilecek bir cesaret ve özgürlüğe sahip olursak onları ve aidiyetimizi geçici olmayana ve bütüne testlim edebilir ve işte o zaman korkuya rağmen yol alabilir, sevebilir ve sürüye de ancak bu şekilde gerçekten hizmet edebiliriz, yoksa ayağımıza takılı prangalarla birbirimizi oraya buraya çekiştirmeye, olduğumuz yerde saymaya devam ederiz. Toplum, bireyi değil;  bireyler dönüşerek ilişkiler, toplumlar ve dünyaları yaratırlar, en ufak düzey bile bu noktada kelebek etkisine ve kritik kütleye sahiptir. Sizin kendinizle olan ilişkinizde tek bir eksik anlamayı bütünlemeniz tüm evrende yankılanıp bu evrene sağlayabileceğiniz en büyük hizmet ve başarılarınızdan biridir.


Tüm ilişkilerde, birbirine dönüşen kurban ya da saldırgan rollerini üstlenmeden önce; gözlerimizi içe çevirip benim bu ilişkide-durumda öğrenmem gereken nedir, bunun başıma gelmesinin sebebi nedir, bununla neyi çözmem bekleniyor, neyi güçlendirerek kendimi içine attığım bu durumun cevabına sahip olabilirim, bu kişi-durumla ilgili içimde yankı bulan negatif durum-gölgem nedir gibi soruları samimiyet, şefkat,  sabır ve farkındalıkla, ölümüne sahiplendiğimiz o pek değerli maskelerimizden bir an olsun sıyrılarak bir noktada sorgulamamız ve bu sorguların sonuçlarına göre süreklilik taşıyan adımlar atmamız gerekir.



İlişkilerde -genelde yapamadığımız şekilde- sadece kendimize düşen sorumluluğu alır, öteki tarafın sorumluluğunu da kendisine iade eder, özgür irade ve onur yasasını çiğnemezsek denge kurulur ve kendiliğinden her şey çözülmeye başlar. İçsel olarak gelişmiş bir varlık, ego düzeyinden çok daha az yansıtma yapar, her şeyde O'nun aksini görür, her ilişki O’nunla kurulan olduğunda işte o zaman her ilişki aşk olur, tapınak olur, sonsuz olur, böyle bir ilişkide korku, kayıp yoktur, takdir vardır. Aksi halde sevgi de saygı da şöyle ya da böyle egonun yansıması olmaktan öteye geçemez. Bu nedenle başlamamız gereken yegane yer, her konuda olduğu gibi kendimiziz. İnsanın kendisini tanıması; her şeyin sebebi ve sonucu olan ana başlık olup en zor ve en kolayı, en aydınlık ve en karanlığı en yakın ve en uzağı, tüm zıtları barındıran ve birleştiren sonsuz, tek bir noktadaki dönüştür.



Henüz kendi varlığımızın sorumluluğunu alamamışsak, herhangi bir ilişkinin, bir ailenin, bir çocuğun, bir işin, paranın, belli değerlerin sorumluluğunu nasıl alacağız, onlarla hangi kanaldan iletişim içine gireceğiz? Bedenle başa çıkamamışsak daha ince olan duygular, düşüncelerle nasıl başa çıkacağız? Kendimizi affedememişsek başkalarını nasıl affedeceğiz? Kendimizle ilişkimize, kendimize yabancı, yargılarla dolu, sabırsız, sevgisiz ve saygısızken başka birinden bunların tersini beklemek ya da dünyayı değiştirmeye çalışmak anlamsız, sonuçsuz ve tehlikelidir. Kendimizle yalnız kalamıyorsak  başka biriyle nasıl birlikte olacağız? Sürüden belli ölçülerde kopmayı göze alamıyorsak kendimizi nasıl dinleyeceğiz? Cinsellikle ilişkimiz; yaratıcı enerji ile ilişkimizi, ölümle ilişkimiz; yaşamla ilişkimizi, şimdiyle ilişkimiz; geçmiş ve gelecekle olan ilişkimizi, gölgeyle olan ilişkimiz; aslıyla ilişkimizi gösterir. Aynaya bakmadan varolunduğunu bilmenin tek yolu, gözlerinizi kapatıp kendinizi ve oradan tüm evrenleri izlemenizdir. Ancak kendileriyle, sevgiyle yalnız kalabilen ve kendiyle arkadaşlıklarında samimi ve huzurlu olan iki insan birlikte olduklarında gerçekten sevgi dolu, dengeli, besleyici, hakiki bir ilişki yaşayabilirler. Bu iki insanın birlikte olduklarında yapabilecekleri de, tek başlarına olduklarından kat ve kat üstündür. Biz neyi arıyor, istiyorsak, bizi arayan ve isteyen de, içten dışa doğuracağımız da odur. Biz neye ve nasıl bakıyorsak bize bakan da odur. Doğuramadığımızda kısır kalırız ve sürekli artan biçimde dışardan çalmaya, aslolan yerine sureti, sevgi yerine egoyu, mana yerine maddeyi koymaya, dengesizleşmeye başlarız. Tanrıyla ilişkimizden ne haber ona nasıl etiketler yapıştırıyoruz? Sistemlerle ilişkilerimiz nasıl onların neden varolduklarını anlayabiliyor muyuz? İlişkilerimizde sevgiden kaynaklanan gücü mü yoksa korkudan kaynaklanan kuvveti mi kullanıyoruz? Diğer frekanslarla ilişkilerimiz nasıl? Cansız sandığımız eşyalarla, düşünce ve duygularımızla, bastığımız toprakla, aldığımız nefesle, hayvan ve bitkilerle, yağan yağmurla, açan güneşle, yediğimiz besinlerle, diğer varlıklarla, rüyalarımızla, tüm diğer aynalarla ilişkimiz nasıl ya da bunların farkında mıyız?



Bunlar size çok mu fantastik ya da çok mu idealist geliyor? O zaman seçip gerçekçi bulduğunuz yaşamın tüm sorumluluğunu da alın! İlişkilerin, yaşam ve insanın kökeninin fantastik olmadığı görüşü sizi olduğunuz yere keder içinde demirleyecek en fantastik görüştür. Canınız sıkılıyorsa, tutkunuz köreliyorsa ve işler yolunda gitmiyorsa işte bu fanatik görüşe tutunmanızdandır. Varoluş; içinde bulunup, parçasını oluşturduğunuz yegane fantastik hakikat olup bilim ve kurgunun, hakikat ve illüzyonun muntazam  ilişkisinden doğar.


Bir ilişki yaşadığınızda, bu ne tip bir ilişki olursa olsun (bu ayakkabılarınız ya da size berbat davranan biri de olabilir) onu hakkıyla yaşamak, onu onurlandırmak, aşkla doldurup geliştirmek, onun ne olduğunu bilmek için, o tantanaya, bu çığlığa koşmadan önce derin bir nefes alıp ayak ucuyla yürüyenin ortaya çıkmasına izin verin, her an içinizdeki hakikatte varolan yaratanın gözleriyle, sınırsız bir kucaklamayla bakmaya çalışın. İlişkiyi tüm paradoksları birleştirerek duyumsayın; işte o zaman ilişki kalmaz, her şey yaşanmak ve bilinmek / sevilmek isteyen, büyüyen tek bir hazine olur ve aslında tek varolan da O’dur... Hep olduğu ve olacağı gibi...


Ahu Birlik 


Yorumlar - Yorum Yaz