• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  BODRUM ŞİFA SANATLARI ATÖLYESİ
Reiki İlahi Aydınlanma
Çok değerli üstadımız İsmail Bülbül'ün Reiki ile ilgili bilgi karışıklıklarına, yanlış ve az bilinenlere son verecek, sorularınızı aydınlatacak bu donanımlı kitabı bir ve bütüne hayırlı, uğurlu olsun...

Reiki ile tanışmaya niyetlenenler, yeni başlayanlar ve ileri aşamalardaki tüm öğrenci ve eğitmenler için referans niteliğindeki bu eserin, başucu kaynağınız olması ve en yüksek faydayı sağlamanız dileğiyle... 


Sabır Ya Hu!

Tüm olur ya da olmazlarımızın sebebi, tüm öğretilerde baş köşeye konulan, içinde bulunduğumuz dönemde de en çok sınandığımız, geliştirilmesi gereken ve yanlış anladığımız bir nitelik, bir erdemden bahsetmek istiyorum bu sayıda: Sabır!

Öncelikle sabrın, tahammül ya da hoşgörü olmadığını anlamamız gerek. Tahammül, gönülsüz olarak bir şeylere katlanmaktır, pozitif egoyla bağlantılıdır. Hoşgörü gören gözle, bakanla ilgili, bakılana dair bir simyadır. Sabır ise, bir şeyin derinine inmek, anlamak, hakikatine ermek, sevmek, zevk ve muhabbet etmek için gerekli olandır. Tüm varoluş sabırla dokunmuştur. Yaşama sabrınız varsa ölüm size güzel gelir, yoksa ölüm güzel gelmeyecektir çünkü yaşamı anlamayan ölümü hiç anlamaz.

Yaşamda sabır ayarlarımız epey bozuk; sabır gösterilmemesi gerekenlere sözde sabır, sabır gösterilmesi gerekenlere tahammülsüzlük olarak seyrediyor. Peki neden? Birincisi; zihin cevherini yanlış kullanıyoruz, bir diğeri; zamanın getirilerine bağlı yanlış konumlandırdığımız hız, kolaycılık ve hızlı tüketim sabır kozasını darmadağın ediyor. Ve bunları sağaltmadan ne yazık ki insanda hiçbir şey gerçekten çiçeklenemiyor.

Şimdi bir düşünün; uzun yazı okumaya, bir şeye bağlı kalıp sürdürmeye, bedene ve bunun gibi şeylere bile sabrımız ve meylimiz yokken ötekini berikini kendimizi nasıl anlayacağız, anlamadığımız şeyi nasıl sevip onun ustası olacağız?

Zihin doğası gereği projelendirme, bunu da kendindeki şablonlara göre yapma, sınır ve çerçeveler çizme, araçsallaştırmayla çalışır, geçmiş ve gelecek, artı ve eksi kutuplar vardır, daldan dala atlar, hız, tüketim, fetih vs. vardır ve biz, tüm bunları bizi ulaştıracak bir güç olarak yerli yerinde kullanmadığımızda, sadece zihinle özdeşleşip onun eline ipleri verdiğimizde yanılsamalı bir evren modeli ortaya çıkar, onun içinde kapana kısılmış gelip gelip gideriz. Var olan her şeyin neredeyse zihin sağaltımı üzerine olması önceliği bu nedenledir.

Tüm kadim öğretilerde, yaşamda ve inisiyasyonlarda bir talebi olan öğrenci değil, talebedir! Öğrenmek bilmekle, bilgi ve zihinle, talebe olmak ise daha aşkın olan gönülle, ruhla, aşkla ilgilidir. Bildiğimiz şeyleri yapamamamızın sebebi de henüz bu farkta olgunlaşmamış olmamızdır. Öğrenci olmakla bile ilgilenmiyor, gerekenleri yerine getirmiyorken, talebe olmanın sabrını gösteremeyiz. Sabır niteliğinin ortaya çıkması için tedrici süreçler içinde insan belli zorlayıcı aşamalardan geçirilir, bu geniş anlamda egonun törpülenmesi, zihnin gelişmesi daha üst niteliklerin, kavrayış, bakış ve algıların insanda ortaya çıkması, nefsin mertebe kat edip olgunlaşması içindir. Çünkü bu olmadan insan genişlemez, dönüşmez aslına. Buradan da gördüğümüz üzere sabır, pasif bir süreç değil aktif ve oldukça etken bir güçtür. Kendinde bu gücü bulamayanlar daima bulanlara sarar, potansiyelini gerçekleştirememenin, bu sorumluluğu alamamanın öfkesi içsel ve dışsal yıkımla gerçekleşir çünkü.



Bilgelik bir bilginin yaşamda uygulanışıdır yani olmak! Bu nedenle ‘Hamdım, piştim, yandım’ süreçleri her şeyden önce sabır gerektirir. Önce kendine sabır! Kendine sabrı olmayan, kendini bilmez, diğerine karşı da kendinde neyi var ettiyse onu verir ve karşılığında da onu görür. Sorduğumuz sorulardan, verdiğimiz cevaplardan, niyetlerimizden, ilişkileri yaşama, işleri yapma biçiminizden sabrınızı kontrol edebilirsiniz. Ne zaman, nasıl olacak, illa olsun, illa olmasın tarzı sabırsızlıklarınızı izleyin! Hemen sonuca ulaşma, oradan da başka bir şeye geçip çözme, doldurma, tüketme gayesinde miyim? Neden korkuyorum, nereye koşuyorum, ne umuyorum? Kendimizin ve ötekinin tüm aydınlığı ve karanlığıyla orada kalamamamızdan, yas tutma sabrımızın, belli kurallara, düzenlere, süreçlere, duygulara, belli durum, dönem ve hallere, zihne sabrımızın olmayışını gözlemlemişsinizdir. Konfor alanımızdan çıkıp, belli bilgileri edinme, belli şeylerle yüzleşme, taş altına el koyma sabrımız bile olmadığından ‘cehalet mutluluktur’ diyoruz. Cehalet belli bakış açılarından mutluluk olabilir ama yaşamın tek amacı mutluluk mudur? Ya da bu nasıl bir mutluluktur? ‘Sabır ver’ duası ettiğimizde sabır ehli olmak için bize gönderilenleri duama icabet edilmedi olarak yorumluyoruz, gerçekten öyle mi? Sabır da ölçüyle, kaba göre verilir, peki ben bu kabı nasıl genişletirim? Bunları tefekkür edecek ve geleni karşılayacak sabrımız var mı? Şimdide ol’anla kalma sabrımız ne durumda?

Sabrı kıt olanın anlayışı kıt, yüreği dar, zihni dört nala bulanık ve ruhu mutsuz olur. ‘Sabır ya hu, edep yahu’ demişler çünkü; “Her güzel şeyler sabırdan sonra gelir” (Mevlana) ama biz güzel şeyler gelecek beklentisiyle içinde bulunduğumuzu kötü atfedip de sabrediyorsak şayet, onun adı tahammül ve sabırsızlıktır, kılıf olan bu haliyle de iyi bir netice doğurmaz. Siz, sabırsızlığınız değilsiniz. Onu izleyensiniz. İzleyen sonsuzdur ve sabredecek bir şeyi dahi yoktur, O sadece hep var olur. Hepimize ektiğimiz çiçeklerin tadını çıkartabileceğimiz bir Nisan diliyorum.

Ahu Birlik

www.varolus.com