“Kimse ışığı hayal ederek aydınlanmaz. İnsanı aydınlatan karanlığı idrak etmektir.” C. G. Jung
Işığın azaldığı, kışa giriş yaptığımız bu ay şifa, dönüşüm, aydınlanma ve varlığımızın en temel, olmazsa olmaz yapı taşlarından olan ‘gölgeler diyarına’ şöyle bir bakalım istiyorum.
Varoluş yasaları ve nefse tabii olarak negatif ve pozitif; çift kutbiyetli bir doğamız var. Benlik parçalanmaya, kişilik, kalıp ve çerçevelerimiz oluşmaya başladığında belli şeyleri dualite (ikilik) prensibi gereği içermeye ve belli şeyleri de dışlamaya başlarız. Çünkü ego, ‘ben’ diyebilmek için bir ‘öteki’ de yaratmak durumundadır. İşte bu süreçte gölge kimliğimizin altyapısı da yansıtılmış biçimde oluşturulmaya başlanır.
Gölge; varlığımıza, doğamıza dahil edilmeyen, dışlanan, bilinmez, karmaşık, vahşi, korkulan, tiksinilen kaçındığımız, hoşlanmadığımız, zayıf vs. her şeydir. Jung’un arketip olarak tabir ettiği tüm bu içerikler, içimde ya da dışımda belli durum, hal, olay ve kişilere yansıtılarak temsil edilmek durumundadır. Ve fakat her şey, varlığının tam ve bütün olarak, dualitenin ötesinde kabulü ve tekamülü için yaşadığından bunun bir farkındalık, içerme, hakikat ve dönüş yolculuğu olduğunu da anlamışsınızdır. Kimse, gölgesiyle yüzleşip kendi projeksiyonlarını yansıttığı ötekinden çekip kendine, ana kaynağa, içe dahil etmeden tam olarak ışıyamaz. Tabii ki bol düşüp kalkmalı, kafa göz yarmalı süreçler dahil olacaktır bu yolculuğa. Gölgelerimin farkında olma, sağlıklı bir buluşma ve anlaşma bu nedenlerle çok önemli ve değerli. Pozitif atfettiğimizin rehberliğini zaten hepimiz güle oynaya alıyoruz, fakat negatif atfettiğimizin (bela, iflas, hastalık, kayıp, felaket, afet vs. buna dahil) rehberliğini alabilmenin belirleyici ana unsur olduğunu unutuyor ya da unutmak istiyoruz. Böylece, bir kelebeği belki kolayca incitmiyor ama sağlıksız gölgemizden aldığımız yetkiye dayanarak bir hamamböceğini vahşice öldürebiliyoruz. Gülü seviyor ama batan dikeninden hep şikayet ediyoruz. Sabır duası edip, sabır ehli olmamız için verilen sorumluluk ve nimetleri küfür olarak algılayabiliyoruz. Sadece kendinden zannettiğine iyi olana iyi denir mi peki ya da kötü kime denir? Görüyorsunuz ki buralar ince, muğlak, derin alanlar.
Çok duyarlı, çalışkan, cömert, titiz bir insan olduğunuzu düşünelim burada takıldığınız, göz ardı ettiğiniz, geçirgen olamadığınız noktalar varsa, muhtemelen ya yaşamınıza diğer yanınızı bütünlemesi, hatırlatması ve size aynalık etmesi açısından tam tersi durum ya da kişileri çeker onlarla rezonansa girersiniz, bu bilinçaltı ve bilinçdışı bir durumdur ya da zamanla sarkacın tam tersi tarafına doğru, siz kendiniz salınmaya başlarsınız. Varlık neyin iddiasındaysa tam tersiyle de sınanır. ‘Dünyanın en mülayim insanının bir gün cinnet geçirerek yaptıkları’ şeklinde devam eden manşetler çoğu zaman farkına varmadığımız gölgelerin bir yıkım tezahürüdür. Ne zaman ki buradaki muradı görebilir, alabilir hale geliriz, o zaman yaşamımızdaki ‘negatif’ durum ve kişilere de bakış açımız değişir, iç ve dışımız ferahlar, genişler. Maddi düzeyde yapılması gerekeni yapmakla beraber o kişi, durum ve kendimizle ilişkimiz evrimleşir, terazi dengeye gelir, helalleşme olur, çünkü yaranız, direnç ve konfor alanlarınız artık kapanmıştır. Genellikle en bilge tarafımız su gibi en çok esneyebilen, en geçirgen olan tarafımızdır ve oradan aldığı anlayışla bu düzeyde hangi forma bürünmesi gerekiyorsa merkezi ve kutbiyetleri göz ardı etmeden, hakkını vererek işlev görür.
Pozitif gölge ise, yine kendimizde olan fakat henüz farkına varılmamış, geliştirilmemiş, çekinik kalan bir potansiyelimiz şeklinde karşı tarafa özenme, ilham alma, takdir etme, saygı ve sempati duyma şeklinde ortaya çıkabilir. Tüm rol modeller ve genel olarak kendinde aradığını karşı tarafa yansıtma olarak Aşk bir pozitif gölge içeriğidir.
Beşerin gölgesi insandır, nefsin gölgesi; ruh, kişisel hikâyenize göre kaçar ya da meyledersiniz. İnsan durumuna göre karanlığından da aydınlığından da korkabilir. Oysa ki ikisinin içindeki de ışıktır. Gölgeyle karşılaştığınızda yapacağınız şey; araç ve vesileleri bir kenara bırakıp en uzağıma yerleştirdiğim can parçalarım bana ne anlatmak istiyor diye merak, şefkat ve anlayışla yaklaşmanızı, insanın, kaynağı kendinde olmayan bir şeyi ister pozitif ister negatif olsun hayatında göremeyeceğini ve diğerinde de tanımlayamayacağını hatırlamayı denemenizi dilerim. Tabii ki gölgenin hem kişisel hem kolektif yüzleri vardır. Coğrafyanın, kültürün, bir ata soy zincirinin ve zamanında gölgeleri olur. Size göre hakikatine ulaşmış, nötr bir içerik diğerinin gölgesinde kalabilir, bu olduğunda anlayışımız hem kendimizi hem karşımızdakini etkiler.
A.Dahlberg, Reiki Üstadlığa Giden Yol kitabında üzerinde bolca tefekkür edilmesi gereken gölgeyi yansıtıcı soruları şu biçimde özetliyor:
Hayatınızda neleri reddediyorsunuz. Size ters gelen şeyler neler?
Başkalarında size en çok ne rahatsız eder?
Hangi şeyleri / kişileri kötü olarak niteliyorsunuz. Sizce kötü ne?
Asla olmak istemeyeceğiniz bir şey var mı? Neden?
Belirli davranışlardan ötürü sürekli çatıştığınız kişiler var mı?
Pozitif davranmak istediğiniz halde öyle davranamadığınız durumlar var mı? Neden?
Bu soruları cevaplamaya başladığınızda egonun kendini haklı çıkarma ve rasyonelleştirme mekanizmasının çalışmaya başladığını da görebilirsiniz, bu bir tür savunma mekanizmasıdır, çünkü ego sınırlar/kıyas olmazsa ben dediğinin yok olup gideceğini düşünür. Gölgeyle karşılaşma bir nevi egonun da ölümüdür, ve ego kendini bildiği şekilde hayatta tutmak için her şeyi yapar. Suçlama, öfke, içerleme, pasifize olma, kurban/saldırgan bilinci de bunlara dahildir. Sadece farkında olun, izleyin. Egonun anlayış ve varoluşu sonludur tıpkı beden ve zihninizin sonlu olduğu gibi. Bunlar ulaştırıcı cevher ve araçlarımız olsa da yanlış kullanıldığında muradına eremezler, işte buna; ‘nefsine zulmetme’ diyoruz. Oysa ki nefsi ne öldürmek, ne savaşmak, ne hor görmek, ne baş tacı etmek ama bilmek gerekir. Öte yandan egonun bu yıkım ve belirsizliği aydınlanmanın da ilk basamağıdır. O yüzdendir ki her tekamül aşaması yeniden doğum için bir ölüm ve kıyamdır, tüm bunların gölgeyle ilişkisini çok net görebilmeliyiz.
Kolektif olarak bastırılan ve yansıtılan gölgeler, her zaman çok büyük sakatlanma, şiddet ve kısır döngülere yol açar. Beyaz ırkın gölgesi siyah, Nazilerin gölgesi Yahudiler, erilin gölgesi dişil, bilimin gölgesi din, otçulların gölgesi etçiller, şeriatın gölgesi hakikat, azizin gölgesi günahkar, yaşamın gölgesi ise ölüm… Kadın, çocuk, doğa, bilge, aşık, deli ise yaşadığımız çağın en yoğun gölgelerinden, bunun sonu siz kendi gölgelerinize bakmadan gelmez biliyorsunuz.
Eskiden tüm topluluğun gölgesi bir umacıya yansıtılır ve bu umacı belli süre sonra öldürülürmüş. Bunlar olurken gölgeyle bağı kopmamış tüm kadim topluluklarda olduğu gibi bu rolü üstlenip kabul etmiş biri seçilir ve çeşitli biçimlerde onurlandırılırmış. Sonradan bunun nasıl cadı avcılığına, engizisyon mahkemelerine, faşizme, fanatikliğe, ırkçılığa vs. dönüştüğünü düşünebiliriz. Günümüzde hem kişisel hem kolektif düzeyde farklı bir şey yapmıyoruz, fakat biraz daha onursuz, şuursuz, sinsi ve yıkıcı olabiliyoruz. Çünkü şifasını almadıkça bilinci hızlanan, aydınlığı artanın gölgesi de hızlanır ve artar. Gölgemiz tarafından bir şeylere maruz kalmıyoruz, biz kendimizi maruz bıraktığımız şeyleri gölgemizde görüyoruz!
Kendimizi tekrar tekrar keşfetmek için buradayız, gölgemizi ve onun yaratıcı kullanım alanlarını da keşfedeceğiz. Gölgeyle çalışma yöntemleri olarak; meditasyon, tefekkür, bilinçli yapılan bu konuya yönelik imgelemeler çok sağaltıcı ve açıcı. Sağlıklı bir gölge size muazzam bir güç, güven, cesaret, sevgi, samimiyet, bütünlük, esneklik, işlev zenginliği, lezzet, çekicilik, başarı, bereket, dinamizm, renk ve tat katar. Ve bu; yaşamdır! Sürekli işlev atfettiğimiz alan hangisiyse altta biriken diğerinin bir filmde, yazıda, resimde, dansta, eserde, masalda, şarkıda ortaya çıkmasına izin vermek çok şifalı bir yoldur, ne kadar aşinayız bunlara? Gölgenizi, ilginizi bekleyen ilkel, belki de hırçın bir çocuk gibi düşünün neler konuşurdunuz onunla? Bastırılan gölge içerikler kimi zaman kaçtığımız, kovalandığımız, korkunç, tekinsiz ve tabii ki şifacı rüyalar olarak da bize gelir. Ne kadar farkındayız? Dönüp bakabiliyor muyuz, bakabildiğimizde neyi görüyoruz?
Kömürün elmasa, üzümün şaraba, tohumun ağaca dönüşmesi, kalbin kırılarak açılması, varlığın özüne evrilmesi, Anka’nın küllerinden doğması, ışığın yaradan sızması, şeytanın Adem’i Adem etmesi hep bir gölge içeriğin şifası sonucudur. Bizler hem acziyetimizi hem tanrısallığımızı gölgeyle biliriz. Gölgenin sahibiyse ışıktır, haliyle güneşi tepenize alırsanız gölgeniz de kısa olur. Gölgesi olmayan yoktur elbet, yarası olmayan şifacı olamayacağı gibi, önemli olan kendimdeki gölgeyi ne kadar sağlıklı kaynağına ulaştırabildiğim, böylelikle diğerlerinin gölgesine ne kadar anlayışlı olabildiğim, ne kadar az yansıtma yapıp kendimde toparlayabildiğim.
F.Attar, Mantıku’t-Tayr’da muhteşem bezemiş; “Gölgenin rabıtasında hulul olmaz. Kimin gölgesi olduğunu bildin mi, ister öl, ister yaşa… Her şeyden kurtulur, hiçbir şeyle mukayyet olmazsın. Simurg, apaçık meydanda olmasaydı, hiç gölgesi olur muydu? Sonra Simurg gizli olsaydı, hiç âleme gölgesi vurur muydu? Burada gölgesi görünen her şey, önce orada meydana çıkar… Kuşlar Simurg’a bakınca orada ancak kendilerini gördüler. Kendilerine bakınca da orada Simurg’u gördüler! Bir anda Simurg’a da baktılar, kendilerine de. Bu sefer her iki bakışta da gördükleri, eksiksiz artıksız bir Simurg’dan ibaretti!”
Gölgelerimize sahip çıktığımız ışıklı bir kış olsun.
Ahu Birlik
www.varolus.com