Şifa, -aydınlanmaya benzer biçimde- varoluşun tüm enerjileriyle birlikte insanoğlu için en doğal, en basit ve dengede bir öz biçimdir. Şifa bir şeyin en yüksek titreşiminde olmasıdır. Bununla birlikte doğamızın ikili niteliği gereği her zaman arayışa ve tekamüle tabi olmuştur.
Şifa, bireysel olduğu kadar, toplumsal ve kitlesel bir önem teşkil eder. Şifanın ne olduğu, şifa içindeki temel kavram ve dikkat edilecek hususlar; tüm şifa çalışmalarının gidişatı için gözden geçirilmesi gereken temel unsurlardır.
Şifa, en sade anlamıyla; bütünsel yani beden, zihin, duygu ve ruh alanlarının sağlığı ve dengeli bütünlüğünün gücünden ileri gelen bir iyi olma halidir. Bu iyi olma hali; günümüzde en sık ve eksik algıladığımız biçimiyle; sadece belli bölgelerde ortaya çıkan rahatsızlıkların semptomlarının, mekanik biçimlerde ortadan kaldırılmasını ya da sınırlandırılmasını amaçlayan, allopatik, bu nedenlerle de yan etkisi olan modern tedavi yöntemleri bütünü değildir. Şifa diğer yöntemlerle işbirliği içinde mükemmel bir tamamlayıcı, güçlendirici olarak çalışabilse de daima kendi tamlığında ve bütünsel yasalarla işler. Bu nedenle şifa çalışmaları değişim değil, dönüşüm sağlamak ve bunu geliştirerek korumak için; varlığı ya da hastalığı parçalı, kutupsal biçimde değil, bir bütün olarak ele alır. Şifa çalışmalarında temel alınan; en kaba titreşim olan maddede ve fizik bedende ortaya çıkan herhangi bir rahatsızlığın mutlaka daha üst seviyelerde (zihin/duygu ekseni) ifadesinin bulunduğu ve fark edilmediğinde buradan sızarak maddesel olanda tezahür ettiği olgusudur. Yani akış; zihinde bulunan daima bedende tezahür eder şeklindedir. Kısaca özetlemek gerekirse; duygu, düşünce kalıplarımıza uyumlu karşılıklar tüm sistem devrelerinde ve nihayetinde bedende yer alır. Mesela kaygı, öfke ya da değersizlik gibi zihinsel / duygusal bir kalıp, bilinçaltı, çekirdek bir içerik, bir travmanın negatif yükü vs. tekrarlandığında yaşam alanlarında bir çok sıkıntıya ve zamanla bedende onunla eşleşen bir hastalığa dönüşmesi kaçınılmazdır. Tüm varoluş; birlik bütünsellik, denge, dönüşüm ve sonsuz tamamlanma döngüleri üzerinedir. Bizler de bunun neresinde durduğumuza göre, etki edilebilen ve belli bir ölçüde edilemeyen bir çok farklı boyuttan dinamiğin etkisi ve çabamızla da şifalanırız.
İnsan bilincinin ve bu düzlemin temel yapı taşlarından biri olan kutupsallıkla çalışan ve dualite vasıtasıyla ilerleme sürecinde yaratılan bir takım içerikler (tekrarlanan kalıplar, çekirdek inançlar, stres, bedensel, duygusal, zihinsel, ruhsal negatif içerikler vs.) varlığın daha süptil alanlarında (duygusal / zihinsel) görülemez ya da dışlanırlarsa, kendilerinin katiyetle farkına varılmalarını sağlayacak şekilde daha kaba alanlara (beden) sızarak kendi titreşimlerine uygun tezahürlerle hastalık olarak belirirler. Doğal sistem, akış ve uyum bozulmuştur. Bazılarımız üst seviyelerde bu uyarıları yakalayarak dönüşüm ve denge için illüzyoni konfor alanından çıkıp, şifa sorumluluğunu ve hediyesini alır, bazılarımız kelimenin tam anlamıyla ölene ya da bir çok kez ölene kadar bekler. Fakat doğala, akışa, dengeye dönmekten öyle ya da böyle kaçış yoktur çünkü o sizin öz varlığınız olan yasadır; her varlık bütünlenme ve denge için kendine ihtiyacı olanı çekecektir. Tüm yaşam; çok boyutlu ve seviyeli olarak şifayı kaybetme, farkına varma, arama, yanılma, dengeleme / dönüştürme, koruma gibi dinamik ve sonsuz süreçlerden meydana gelir. Şifa, bir tedavi değildir, çünkü ortada bozuk olan, ya da onarılması gereken bir şey yoktur, bozuk ya da onarılması gerektiğine kendini inandırmış ya da o şekilde ilerleyen bir sistem vardır. Şifa; perdelenmiş sistemin perdelerini açarak, yola konulan taşlar kaldırarak kendiliğinden gerçekleşir. Şifayı, bütünsel olması sebebiyle -sıklıkla terapi ya da tedavilerde yapılmaya çalışıldığı gibi- sadece zihinsel bir süreçle ya da araçlarla takip edip sindiremeyiz.
İllüzyonla hakiki arasındaki fark; birinin sınırlı ve çok yüzlü diğerinin sonsuz, yansımasız ve tek bütün olmasıdır. Şifa hakikatin niteliğidir, bu yüzden dualite kalıplarıyla kabul edilemez ve erişime kapalı olandır. Öte yandan şifa; bir kutsal kase, bir mucize, bir sihir, bir ütopya, her an kaybedilecek korkusuyla sahiplenilip kişiyi türlü nevrozlara sürükleyecek bir halin öznesi de değildir. Şifa; her insanın dualiteyi dengeyi koruyarak aşabilme, onu bütün içinde eritebilme, potansiyelinin farkına varıp bunu gerçekleştirme yolunda attığı adım ve sonsuz hakkıdır. Şifada, yerler ve gökler birlikte birbirleri içine akar ve bambaşka bir oluş yaratırlar. Hastalıklar, sıkıntılar, engeller -yoğun dualite gözlüklerini taktığımızda gördüğümüz gibi- birer illet, halı altına süpürülerek baskılanacak daha sonra da daha güçlü bambaşka yüzlerle bastıracak içerikler değil; sistemin tekamül edebilmesi için planlanmış armağanları, ilerleticileri, dengeleyicileri, itekleyiciler ve kömürün elmasa dönüşmesinin ardındaki kapı görevlileridir.
Kendi yarattığımız şeyleri yadsımak, kötü muamele etmek beşeri bir eğilimdir, fakat biz sadece beşerilikle sınırlı olan varlıklar değiliz. Bu nedenle, sistemde daima kör noktalar var edilmiştir. Yarattığımız, olduğumuz her şeyi üzerine basmadan, bağrımıza basarak yol katedecek bir enginliğin tohumuyuz; işte şifanın kaynağı da bu güçtür. Şifanın paradoksu, tekamülün paradoksuna benzer biçimde; onun hem kendiliğinden, çabasız, doğal hakkımız oluşu hem de onu hak etmek, ona ulaşmak için bizzat çaba harcamamız, belli yollardan geçmemiz gerektiği şeklindedir. Kalıptan çıkıldığında tüm paradokslar çözülür; Bu nedenle; hastalığı yaratan kendi şifasını; soruyu soran cevabını, kısıtlı olan aşkını, en zor en basiti bizzat içinde taşır, besler ve doğurur.
Işığınız bol, şifanız daim olsun…
Ahu Birlik
www.varolus.com
.