Affetmek, tüm şifa çalışmalarının ve içe bakışın en önemli ana unsurudur. Affetmek, tek bir fiil gibi görünse de içinde tüm “ol”uşları, deneyim ve yaşam derslerini barındırabilen sınırsız bir kütüphane, özgürlüğe açılan bir kapı, varlığını bilip öğrenmenin anahtarıdır. Affetmek; kutupsal bilinç sistematiğine dahil dil tarafından, “bir şeyi büyüklük göstererek -lütfederek- bağışlamak” olarak açıldığında, eksik tanımlanabilir, bu da bizi aynı kapanda çırpınarak affedememekten ve affedememenin getirdiği yükleri taşırken varlığı tanıyamamaktan öteye götürmez. Bilinç ve sevginin daha yüksek seviyelerini deneyimledikçe, affetmeyi tanımlamak için titreşimi daha yüksek, kelimesiz bir iletişim diline sahip oluyoruz şüphesiz. Peki, sahip olduğumuz bilinç düzeyinin kelimeleri ile farklı bir bilinç düzeyi nasıl anlatılabilinir? Anlatılamaz! Ancak hepimizin paylaştığı o ortak alan tetiklenip, hissiyat yoluyla bilinebilir ve araçların aktifleşip, dengelenmesiyle diğer alanlara da entegre edilerek yaşanır, bu da çiçek açmaya başlamak için her zaman hazırda bekleyen yeterli ve gerekli öz donanımdır.
Varlık, tekamül sürecinde birlik ve bütünlüğü terk edip, insan dünyasının dualite bilincine tabi olarak deneyimleyip öğrenmeyi seçtiğinde ayrılık ve ikilikten kaynaklanan projeksiyonlar ve ego zihin başlar. Bu yapı, iç ve dış sistemler tarafından sürekli olarak desteklenir. Böylelikle “affetmeme listesi” de kabarmaya başlar. Bu liste; sınırlı ve kutupsal 3 boyutlu madde düzeyini deneyimleyen enerjinin kendi kaynağı olan sınırsız, kutupsuz, çok boyutlu bir bütün olan yaradılıştan ayırdığı “ben” ve ben bilinciyle alakalandırdığı her şeyi yaralayan, tüm diğer yansıtmaları yani “öteki”lerdir. Bu süreçte; bütünsel varlığın parçalı ve kısıtlı bilince entegre edilemeyen, tanınmayan içerikleri; içerleme, dışlama, farklılaştırma, yargılama, korku, nefret, intikam, suçluluk, pişmanlık, değersizlik, eksiklik, kıskançlık, kayıp vs. gibi negatif içeriklerle beslenerek buzdağının görünmeyen kısmını oluşturur. Buzdağının bu görünmeyen kısmı; yüzeyde olan kısımdan çok daha geniş bir alana yayılarak, yüzeyde her şeyi idare ettiğini sanan kütleye yön verir. Karanlıkta kalan öteki yarımız, gölgemiz olan bu bilinç dışı içerikler sebebiyle affetmek daha da zor bir sınav haline gelir ve tam da bu sebeple insan en zor, en yakınında olanları ve kendini affeder. Dolayısıyla tüm affetme süreçleri; insanın kendini aynada tanıyabilmesi ve affedebilmesinden ibarettir. İnsan özüne, kendine, dolayısıyla karşısındakine olan sevgisizliğini, saygısızlığını, anlayışsızlığını anlayacak, affedecek ve bu şekilde dönüşecektir.
Bir gölgenin varlığı sadece ışığın miktarına bağlıdır, ışığı taşıyabilen biri gölgeyi varlıkla bir eder ve yansımasız olur. Işığı taşımak için önce ona uygun bir bilinç kabının geliştirilmesi şarttır. Bunu sağlayabilmek için varlık belli noktalarda, tekrarlayan belli itekleyicilere maruz kalır. Bunlar ihtiyaca göre; doğal bir merak, bir arayış, içsel bir huzursuzluk olabildiği gibi, farklı boyutlarda çok çeşitli katalizörler eşliğinde gelebilen çok daha travmatik tetikleyiciler de olabilir. Oyunu daha acısız ve dengede sahnelememiz belli bir seviyedeki ışık / sevgi geçirgenliğe ulaşana dek ne yazık ki mümkün olmuyor. Işık ve sevgiye olan geçirgenlik ve onları yansıtma; ancak deneyimlerin kutupsallığı birleyip bütünleyen bir ölçüde öğrenilmesine, başka bir deyişle; bütünün bilgisinin entegre edilip parçada oluşa geçmesine ve bunun derecesine bağlı.
Affettiğimiz her şeyle beraber, bütünün bilgisine ve gücüne daha çok taşınır, kendimizin ne olduğunu ve ötekilerin de aslında ne olduklarını anlar, ilahi kaynağın içimize sızmasına izin veririz. İşçi patronu, çocuk ebeveyni, kadın erkeği, vatandaş yöneteni, aziz katili, tanrı şeytanı, zulmedilen zulmedeni içlerinde birbirlerini taşıdıklarını, bir zamanlar kendisinin de bir şekilde öteki kutup olduğunu, ötekini taşımanın “ben” olmaya engel teşkil etmediğini, aslolanın “Biz” olan daha büyük bir “Ben” birleşiminden meydana geldiğini anlamadan affedemez. Affedemediğiniz düşmanınız; sizin sahibiniz, kırılma noktanız, kontratınız, karanlıktaki ışığınız, aynadaki yansımanızdır. Varlığın bir parçası, ince titreşim düzeylerinden, var olmayı seçtiği kaba titreşim seviyesine frekans düşürdüğünde nasıl ki bütün kendini parça olarak görüyor, zaman / mekan, iyi / kötü, doğru / yanlış ve akabinde kaçınılmaz olarak acı ve öğrenme beliriyorsa “ben” etiketli bavullarımız da “diğer” bavullarla itişme haline geçiveriyor. Bu durumlarda; merkezinden yoksun yolculuk; perspektif ve odak kaybeden bir yük taşıma etkinliği ve yarışa dönüşüp varlığın armağanları, potansiyeli, amaç ve anlamını yaşamlar boyu ıskalayabiliyor. İçimizde plan dolayısıyla, birbiri ile zıtlaşan parçalara karşı bütünün kucaklayan anlayış ve farkındalığını kaybettiğimiz her an savaş boruları çalacak, affetmenin koşullarını, zamanını, mekanını, öznesini ararken hiç olmayan yel değirmenleriyle savaşacağız. Bütünün bilgisinden koparak dengeyi ve kim olduğunu arayan her parça tanınmak, onay ve kabul görmek, değeri bilinmek, takdir edilip sevilmek ve hayatta kalmak için içgüdüsel ve özsel bir mücadele vererek dirence direnecek, yargılamalarımız sürekli bir kutuplaşma yaratarak kayıplar verdirecek, eksiltecek, düşürecek, bizi paramparça ederek öldürecek ne olup bittiğini, neden olduğunu, nasıl çözülebileceğini bilemeden sonsuz kereler gelgitler yaşayacağız.
Bir aziz olmanız, sizin aynı zamanda bir katil olmadığınızı ifade ediyorsa bunun bir dogma olduğunu ve her tür dogmanın sizi affedememe düzeyinde parçalayarak negatif bir varoluş düzeyinde tutacağını, katil olmadan aziz de olunamayacağını bilin. İkisinin de varlığa hediyeleri vardır, biri diğerinden iyi, yüksek ya da ayrı değildir, ikisi de birbirine dönüşür ve o her şeyi var eden enerji de işte bu şekilde oluşur ve akar. Bu nedenledir ki belli nedenlerle hep inandırıldığımız ya da inanmayı istediğimizin tersine; yaratan dersleri farklı olsa da özde bir katili de aynen bir azizi sevdiği gibi sever. Yaratan zulmetmez, insan kendi kendine zulmeder ya da etmez, fakat insanın verdiği de aldığı da, zulmettiği de onurlandırdığı da O‘ndandır, O‘nun ve O‘nadır. Varoluşun hiçbir parçası birbirini sabote edemez, tehdit oluşturamaz, geride bırakıp dışlayamaz. Amaç, birbirlerini güçlendirerek tek başına işlemeyen mükemmel bir sistemi kazan-kazan şeklinde birlikte oluşturmadır. Biz işte bu muhteşem doğal yapımıza lanet yağdırıp, kabullenemediğimiz her şeyi yansıtarak kestirip atıyoruz. Oysa ki, günü kurtarmak kadar meşakkatli, pahalı ve uzun bir yol yoktur.
Affetmeyi sağlayan perspektifte biz; toplumsal roller, kişilikler, özdeşleşilen parçalar halinde değil; bütünü parça halindeyken de kavrayabilen aşkın bilinçler, bir ayağı mana bir ayağı madde boyutunda yer alan köprüler, özü sevgi ve ışık olan, zorlu, renkli, eşsiz ve yüce bir yolu seçmiş olan varlıklarız. Hiçbir alem rastlantısal, amaçsız, eğlence ya da acı niyetiyle yaratılmamıştır. Affetmeyi seçen bir insan; affedileceği, sansürsüz, engin haliyle görebilip takdir edebilendir, bu onun tüm varoluşuna kendi kendini deneyimlemeyi, özgürlüğü, sevgiyi, hakikati ve hizmeti getirir, ki bunlar seve seve uğruna döngülere girilen, varoluşun bir ve bütün olan amaç ve anlamıdır. Zıtlaştığınız insanlara, duygu, düşünce ve durumlara iyi bakın onlar sizin çalışma alanlarınız, sizi sonsuzca seven eş ruhlarınız, yolculukta üstlendikleri zor rol için onlara müteşekkir olun, onları onurlandırın, affetmek budur. Affettiğinizi maddi düzeyde bağrınıza basmanız, yaşamınıza dahil etmeniz vs. gerekmiyor ama kalpte birlemeniz gerekiyor. Sevgi içinde karanlığı dönüştürüp barındırabildiği için hakimdir, yaratıcıdır, dengedir, bolluk ve ışıktır, yoksa karanlığı yendiği için değil. Başka bir deyişle; nasıl ki beyaz tek bir renk değil, tüm renklerin toplamıysa, sevgi de ışık miktarının farklı olan tüm düzeylerinde mevcuttur; çünkü sevgi bir nicelik değil; yegane nitelik özüdür. Siyah bile özü taşır, Işık (sevgi, öz) ulaşırsa, karanlık da (korku, ötekiler, gölgeler) aydınlanmaya başlar. Sevgi ve Nur’un bu öz niteliği Reiki’nin de niteliği, anlam ve amacıdır. Sevgi ve ışık bu dönüştürme işlemini öznedeki zıt kutbu anlayış, kabul ve şefkatle dengeleyerek yapar. Bu nedenledir ki, affetmek için önce sevgi ve ışığa geçirgen olmak; böylelikle sert çekirdeğe nüfuz edip diğer veçhelerin de yaşam hakkı tanınıp kabul edilmesi gibi idraklara ulaşmak gerekir. Ve bununla birlikte kabul edilen şeyin, onaylamak olmadığını da lütfen hatırlayın ve bu dengeleri gözetin.
Affetmek de her şey gibi sonsuz tekamüle tabi olarak farklı titreşim seviyelerinden, tedrici olarak geçerek yoluna devam eder. Nasıl ki güneş doğmadan karanlık bir gece yaşanması gerekiyorsa, affetmek için de varlığın önce en ağır ego bavullarıyla vakit geçirmesi ve doygunluğa ulaşan enerjinin, nihayetinde denge için ters yönde bir salınıma hazır olması gerekebiliyor. Öz aynı olsa da hepimiz benzersiziz, herkes aynı seviye, yönelim, seçim ve ihtiyaçlarla burada değil, biz kimsenin seviyesini, yönelim, seçim ya da ihtiyacını tam olarak bilemez, yargılayamaz, özgür iradesiyle, onurunu zedeleyemez ya da onun sorumluluğunu alamayız. Ancak bizden istenirse ve biz de istersek belli kurallar dahilinde yardıma vesile olabiliriz, bunun yanı sıra affetmek istememek ya da affedememenin de belli planlar doğrultusunda olduğu hakikatine güven ve saygı duymalıyız. Affetme yolu; ego ve zihinle en çok karşılaşılan ve buna hazırlıklı olunması gereken bir yoldur. Affetmek; bir boyun eğiş, haksızlığa, zulme davetiye, rıza, tepkisizlik, duyarsızlık, eylemsizlik, pasiflik, kadercilik değildir. Bunlar zaten, akışa, hissettiklerimizi yaşamaya ve ifade etmeye dolayısıyla tekamüle terstir. Affetmek bu tip anlayışların dışında gelişerek, haksızlık ve zulmü dönüştürebilecek bir güçle parlar. Affetme koşulla, zorlamayla, ivedilikle, telkinle, görev anlayışıyla, kılıflarla gerçekleşmez. Israrlı, dürüst ve iyi bir niyetle içe bakış çalışmaları ve kontrolleri içeren sabır, farkındalık, cesaret, bol miktarda enerji ve sevgi gerektiren süreçlerle, yoğun, sarsıntılı boşalım ve yüzleşmelerle uzun süreçlerde adım adım gerçekleşir. Affetme için; mutlaka affedilemeyen şeyin bilinç dışı referans ve direnç noktalarıyla da çalışmak gerekiyor. Bazen, ders, varlıkta derinlere kök salıyorsa, affetmemeden yarar sağlanılan alanlar varsa ya da varlığın farklı görev alanları affetme konusunda çatışma yaşıyorsa kişi farklı düzeylerde bilinçsiz olarak direnç gösterebilir. Affedebilmek için varlığın tüm alanlarını güvenle açarak, tanımlayarak, ihtiyaçlarını karşılayabilmek, dürüstçe dışa vurmak, kurbandan dönüşerek kendi varlığının sorumluluğunu alabilmek, kabullenebilmek, öğretmenlerimiz olan her dersi sevgiyle kucaklayıp teşekkür ederek her defasında sonsuz doğumları gerçekleştirebilmek gerekiyor. “Olumsuzluk”ları; affetmemizi sağlayacak farkındalık, bütünsel bakış açısı ve sevgi kaslarını güçlendirmek için bir idman fırsatı olarak değerlendirebilmek, “negatif”lerin, bize varlığımızı genişletmek için nasıl avantajlar sağladığını görebilmek yolumuzu oldukça aydınlatacaktır. Bir şeyi affedip affedemediğimizi anlamanın yolu, bunun akla bile gelmemesidir, çünkü bir şeyi var etmenin yolu onu düşünmek, beklenti içinde olmak, merak etmek, arzulamaktır. Varlık açılmayan alanlarında ilerleyebilmek, bir yaşam dersi üzerinde çalışmak için affetme dersine dahil şeyleri kendine çekecek, onlarla rezonansa girecektir. Affetme, bir kutbu denge haline, nötr duruma iade etmektir. Nötr / denge durumuna çekilen, varlığı tanınan ve bütüne entegre olan bir içeriğin aynalık görevi tamamlanır, içimizde eskisi gibi yankı bulamaz, etki-tepki salınımını tetikleyemez. İşte bu nedenledir ki affettiğimiz bir yanımız, kişi ya da olayla enerji düzeyindeki alışverişimiz ve ilişki biçimimiz değişir ve zamanla farklılıklar tezahür etmeye başlar. Affeden insan değiştiği için onun gördüğü dünya da değişir, aynı zamanda affetmeme ile hapsederek akışını kesip zehre dönüştürdüğümüz enerji de, affetme ile akışa geçerek varlığı her alanda besler, dolayısı ile affetmek çok boyutlu bir çalışma ve varoluş düzeyidir. Ayrıca; içinde bulunduğumuz çağ, yükselmiş bilinç frekansları sebebiyle incelmiş, tekamül etmiş affetme dersleri ve egonun daha incelikli alanlarıyla karşı karşıya olduğumuzun da bilincinde olmamızı, affedilen ya da affedildiği sanılanların da farklı düzeylerden yoklama yapabileceğinin farkında olmamızı gerektirir.
Affediş; şu ya da bu zaman, şu ya da bu kişiyi, şu ya da bu şekilde değil bütünü, egonun tüm koşullandırmalarından özgür her an affetmektir… Nefret ettiğimiz o ülke başkanını, bir hayvan katilini, bir tecavüzcüyü, bize çok acı çektirmiş olan eşimizi, dünyaya verdiğimiz “tüm zararı”, ebeveynlerimizi, tüm hallerimizi, ilişki ve yaşamlarımızı affedebilmektir. Affetmek hem “ben” perdesini kaldırdığınızda var olmayacak bir kelimedir, hem de “biz” / “Ben” olabilmek için var olması gereken bir basamaktır. Affetmek bir lütuf değil; varlığınıza ve bütüne verebileceğiniz / alabileceğiniz en büyük şifa ve hizmettir. Affetmek; her zerrenin her şeyle bağlı olduğu muhteşem bir eseri seyirci koltuğundan seyrettiğimizde seyirci dahil tüm oyuncuları alkışladığımız bir durumdur. Affetmek; herkesin birbirinin öğrencisi ve öğretmeni olduğunu, aslında affedilecek hiçbir şey olmadığını bilmektir. Affetmek kendine, nefsine olan zulmünü ve Rabbini affetmektir. Affedildiğinde genişleme, ilerleme, dönüşüm, uyumlanma gerçekleşir; yük şükrana, inanma bilişe ve oluşa, öteki “Ben”e, sınırlı sınırsıza, parça bütüne, korku sevgiye, ölüm doğuma dönüşür ve birlikte, gökkuşağı altında tek bütün olarak el ele yürürler. Ötesi ne olursa olsun dualite gözlüğünün türlü teferruatları ve bilincin rüyasıdır, rüyanın gerçeğine uyanan ise her an burada her şeyle O’nunla huzurdadır.
Ahu Birlik
www.varolus.com